30 Nisan 2009 Perşembe

1 mayıs'ta sokaklar kimin?

“Eskiden herkesin kafasını sokacak bir yeri vardı, para da insan da daha değerliydi. Eskiden gecekondular vardı, var mı şimdi gecekondu ne Ankara'da, ne İstanbul'da? Umut mu? Ne umudu? O, isim o. Umut gitti. Mezarlıkta mı, yürüyor mu, oturuyor mu? Şansın varsa yaşarsın...” (Kaşif, evsiz)

 

geçen sene yazdığım bir şeyin bir parçası şöyle bir şeydi, alakalı olarak:

“1 Mayıs'ın Taksim'de, yani İstanbul'un merkezinde kutlanması için yapılan mücadele, sadece tarihsel bir sembolizmle ya da herhangi bir sosyal hareket için çok normal olan görünürlük isteğiyle açıklanamaz. En azından, açıklanmamalıdır. Neoliberal iktidarın kurduğu “normal” gündelik hayat pratikleri içinde Taksim'de ucuz iş gücü olmak dışında barınamayan, Tarlabaşı'ndan sürülmüş, orada olamayışlarına açıklama olarak “turistlerin rahatsızlığı” gösterilmiş, şehrin merkezi, “para yapan” alanlarından sistemli bir politikayla dışlanan, kendi elleriyle kurduğu mahalleler yıkılan ve yerlerine dikilen yapılarda yeri olmayan, “vatandaşa tabi olmayan” kurumlar tarafından kalitesiz, sağlıksız ve en önemlisi kendilerinin istemediği konut ve yerleşimlere mahkum edilen, her daim çeşitli “boş gösteren” sıfatların tahakkümüne mahkum edilmiş olan kitleler, “kutsal insanlar”, Taksim'i kovuldukları şehre geri dönmek için istemelidir. Taksim gelecekteki güzel günler için 'öylesine', gidilse iyi olacak sembolik bir durak değil, “kutsal insan”ın hayatını bugün dönüştürecek bir mekân olarak istenmelidir.

 

Bu bağlantıyı soldan çok daha iyi anlamış durumda belki de devletin kolluk kuvvetleri. Aynı güvenlik söylemiyle insanları hem Taksim'den hem de kendi mahallelerinden uzaklaştıran, aynı şiddet sarmalıyla hayatlarına müdahale eden, aynı 'state of art' güvenlik ve gözetleme teknolojilerini hem dönüştürdüğü bölgelere hem Taksim'e yerleştiren, mahalleleri yıkarken de Taksim'i kapatırken de aynı hukuk dışılığı kullanan, hatta o hukuk dışı alanı (“istisna hali”) bir norm haline getiren devlet, küresel sermaye ve bunlardan kaynaklanan egemenliğin yayıldığı diğer aktörler, hayatı sistemli biçimde taşeronlaştırıyor.

 

Kentsel dönüşüm alanları ya da Tuzla tersanelerinde kristalleşen bu sistemli taşeronlaşma, yasaları, yönetmelikleri, insan hakları evrensel beyannamelerini, “liberal kamusal alanı” dışarıda bırakmaktadır. Orada sadece kutsal insana karşı uygulanan şiddet vardır. Egemenliğin hala belirli merkezlerden yayıldığı ama sorumluluğun tamamen dağıtıldığı; hukuk dışı meşruluğun tüm insanları sermayenin mantığı karşısında kutsal insan durumunda bıraktığı bu düzen, ancak “şansa yaşayan insan”ın sesini—ama “kutsanmış” bedenini değil, zira modern ama en çok da neoliberal iktidar o bedenlerin tüketimi (biopolitika) üzerinden çalışmaktadır—merkezine alan bir muhalefetle dönüştürülebilir."


1 mayıs'ta, saat 10:00'da, KESK Agos önünde, DİSK Pangaltı'daki genel merkezinde toplanıyor.

alıntı:
"goz altina alinma nedenini sorma hakki var, avukat isteme hakki var. kendi avukati yoksa barodan ucretsiz avukat istenilmesini talep etme hakki var. avukat gelene kadar ifade vermemesini oneririm. yasaya aykiri ama avukat cagirmakta direnirlerse susma hakkini kullanmasini ve savcilikta ifade verecegini soylemesini oneririm. cunku karakolda cesitli eziyetler yapabiliyorlar ama savcilikta boyle seyler olmuyor. ozellikle bekletmek ve savciliga gec sevketmek eziyetine pek sik basvuruyorlar. karakolun tutumu da onemli tabi, ifade alip saliverecek gibi bir tutum sergiliyorlarsa karakolda da ifade verilebilir. ama tutumun garantisi olmaz elbette. ayrica karakolda yalan yanlis ifade yazip imzalatiyorlar bazen ve dava acilirsa diger asamalarda o ifadeler sikinti yaratabiliyor. bu durumda ifadenin her satiri kendisine ait degilse avukat getirilmesini mutlaka isteyip ifadeyi imzalamayacagini mutlaka belirtmeli. ve ifadeyi imzalamamali duzeltilene kadar.
 
bunun disinda goz alti oldugunda ifadeden once ve sonra iskence olup olmadigini tespit icin hastaneye gonderiliyor tutuklu. eger herhangi bir iskence, darp, fiziksel siddet gormus ise mutlaka doktora durumu detayli anlatip doktorun rapor vermesini saglamayi zorlamak gerekiyor. malesef bazen doktorlar da rapor vermek istemiyorlar, israrci olmak etkili olabiliyor.
 
goz alti suresi normalde azami 24 saattir, bu 24 saat icinde tutuklunun mutlaka hakim onune cikarilmasi, yani adliyeye sevki gereklidir. toplu goz alti yapilmasi halinde bu sure savcinin karariyla 48 saate uzayabilir. olagan ustu durumlarda hakim karari ile goz alti suresi 4 gune kadar uzatilabilir. ancak hic bir sekilde 4 gunu asamaz. yanlis biliyorsam avukat arkadaslar duzeltsin cunku ben ceza davalarina bakmiyorum fazlaca.
 
her goz altinda parmak izi alinmaz, normalde alinmamasi gerekiyor ama genellikle aliyorlar, isnat edilen sucun mahiyetine bagli. eylemde goz alti halinde parmak izi almamalari gerekir ama ilave isnatlarda bulunabilirler ve almakta israr edebilirler. bu durumda tutuklunun da vermemek icin direnmesi iyi olur. sucun mahiyetinin parmak izi alinmasini gerektirmedigi konusunda israr etmek belki sonuc almayi saglayabilir. net cevap verebilecegim bir konu degil, belki baska avukat arkadaslar ekleme yapar.
 
vermesi gerekli tek bilgi kimlik bilgileridir. bir de duzenli ilac kullandigi bir rahatsizligi varsa bunu mutlaka soyleyip ilaclarin teminini istesin. veya ciddi bir rahatsizligi varsa bunu mutlaka belirtsin. bunun disinda sorulan sorulara cevap verip vermemek tamamen kisinin kendisine kalmis bir durum. ifadesinin aleyhine carpitilmamasi acisindan avukat nezaretinde ifade vermek onemli. ifade sirasinda aleyhine yoneltilen hic bir suclamayi kabul etmedigini belirtmek de yararli olabilir.
 
diledigi bir yakinini telefonla aramak ve ona bilgi verilmesini istemek hakki da var. bunlarin gerceklestirildigine dair mutlaka tutanak tutuluyor karakolda. eger bunlar yapilmayip yapilmis gibi gosteriliyorsa o tutanaklari kesinlikle imzalamasin. matbu hicbir evraki okumadan imzalamasin. usulu yerine getirmedikleri halde yerine getirmis gibi imzalatabiliyorlar cunku."

24 Nisan 2009 Cuma

lynch moby'i ensesinden vurursa

moby'nin yeni albümünün (30 haziran'da çıkıyormuş) ilk klibini (shot in the back of the head) david lynch çekmiş. ben şarkıyı da, klibi de pek sevdim. paylaşalım:


18 Nisan 2009 Cumartesi

tam da! mütemadiyen yeniden ürettiğimiz akademik magazin mecmua şeysi

tasarım üzerinde çalışabiliriz ama bence turnayı gözünden vuracak konsepti yakaladık.

pınar selek'in 'savunması'/sosyal bilimler biat etmez!

"....Oyunun kuralıymış, öğrendim. Eğer şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışırsan, suçlu ilan edilirsin. Üstelik suçun şifreyi yüksek sesle
söylemeye çalışmak olmaz. Tam da senin karşı durduğun, mücadele ettiğin bir tutum sana mal edilir. Örneğin bir rahibeysen, fahişelik
yapmakla suçlanırsın. Hayatını İslami değerlerin canlı tutulmasına
adamış bir insansan, boynuna, içki ya da uyuşturucu tüccarı yaftası
asılır. Ya da bir anti militarist olarak bombacılıkla suçlanırsın. Ve
bu öyle kriminal bir tarzda yapılır ki sen savunmaya itilirsin. Yani
bir odağın üzerine yürürken, kendinle uğraşmaya başlarsın. Suçlamalar
sürekli tekrarlanır, tekrarlanır...."


15 Nisan 2009 Çarşamba

akademik "laf söyledi balkabağı" köşesi

"here too postmodernist intellectuals reveal their fundemental ahistoricism. the structural crises of capitalism since the "golden" moment of the postwar boom seem to have passed them right by, or at least to have made no significant theoretical impression. for some, this means that the opportunuties for opposition to capitalism are severly limited. others seem to be saying that, if we can't really change or even understand the system (or even think about it as a system at all), and if we don't, and can't, have a vantage point from which to criticize the system, let alone oppose it, we might as well lie back and enjoy it-or better still, go shopping." (ellen meiksins woods, "what is the "postmodern" agenda", in defence of history: marxism and the postmodern agenda, new york, 1997: 9)

bu musun wood? bu kadar düştün mü? hatta, bu kadar düştün, di mi? "what is the postmodern agenda?" sorusuna verdiğin cevap "alışverişe çıkmak", he mi? 

arkadaşım anlamıyorum ki, referanslarınızı, dipnotlarınızı, "the origin of capitalism"de mi unuttunuz, kim bu postmodernler? paşa başbuğ'dan ne farkın kaldı, yarın "modernitenin iç ve dış mihrakları: in defence of historabüsyon" diye de kitap yazıcak mısın, andıç tutuyor musun "postmodernler" hakkında? 

ben sana kardan adam olamazsın demiştim wood.

olmuşsun meğerse.


(dikkat edersen "kadın" demedim, zirâ "postmodernler gender'la ilgileniyorlar" lafını bile karalayarak söylüyorsun. "adam" gibi tarihçi, "adam" gibi marxist'sin wood.)

[kardan adam]



13 Nisan 2009 Pazartesi


Ne zamandır görmediğim bir rüya var. Evlerinin önünde haytalar, tavla atıp ciğerlerinden ve öfkelerinden konuşuyorlar. Gece vakti, pencerelerden sokağa buğulu bir aydınlık dökülüyor. Ben sokağın tam ortasında, haytaların tam yanında, saklambaç oynayan çocukların tam arasında, çay içip dedikodu yapan kadınların tam kucağındayım. Nasıl sonsuz bir mutluluk, hafif, serin bir rüzgarla demlenen hikâyeler, oyunlar, fısıltılar. Bir başka ülke orası. Milyonlarca kelimeyle dolu, kelimelerin sokaklarda gezindiği bir ülke. Kelimelerin insanı çaresiz bırakmadığı, tam tersine, harflerin insanın önüne elmaslar, altınlar, yakutlar gibi döküldüğü bir büyük ülke. Herkesin ayrı dilden konuşup anlaştığı bir büyük ülke.


uyurkulak.